
Yaşamımızda yakın ilişkide olduğumuz insanlarla hem psikolojik hem de biyolojik olarak bağlıyızdır. Bağlanma, doğumumuzla beraber başlayan ve yaşamımızın sonuna kadar süren uzun ve meşakkatli bir süreçtir. Aslında temelleri embriyoyken anne karnında plasenta ile başlar ve daha sonrasında da bakım veren kişiyle kurulan iletişimin temellerine dayanır.
Yenidoğanlarda Freud’un yapısal kişilik kuramına göre id baskındır ve bu id, sakinleştirilmek ve beslenmek, bebeğin kendisini duygusal ve fiziksel açıdan güvende hissetmesini sağlayan özel kişiye yakınlık geliştirmesini sağlar. Yenidoğanın yakınlık arayışı ve sosyal ayrılığa tepkisi bağlanma stilini oluşturur. Bu bağlanma stili bireyin yaşamı boyunca çift ve ebeveyn olma davranışlarını düzenlemeyi sürdürür (Nelson and Panksepp 1998). Çocukluk çağının bağlanma güçlükleri, sorunlu bir bağlanma stilinin gelişmesine yol açarak, yetişkinlikte sağlıksız duygusal yakınlığa yol açabilir.
Duygulanım süreçleri her bireye göre farklılık göstermektedir ve bu olayların içsel psikobiyolojik niteliği nedeniyle bedensel odaklı olaylar bebeklikle başlamakta ve yaşam boyu süren insan gelişim modelleri beyin, zihin, beden tanımlamalarına dönüşmektedir (Schore, 2012). Bu bağlamda bebeklik dönemindeki duygulanım süreçleri ve bunları belirleyen etmenlere yönelmekte fayda görülmektedir.
Bağlanmada işleyen nörobiyoloji de oldukça önemlidir. Yapısal olarak insan bedeninin birbiriyle bağlantılı katmanları vardır ve bu katmanlar korteks, limbik yapılar ve beyin sapı yapılarının hiyerarşik bir düzende bağlantılanmasıyla oluşur ve bu katmanlarda da bedenin farklı yerlerine giden sayısız nöronlar bulunmaktadır. Bütün bu nöronlar işlevsel sistemler halinde örgütlenirler, başka sistemlerle birleşirler ve duygulanım süreçlerinin oluşmasına katkıda bulunurlar.
Bağlanmanın anatomisinde bulunan sağ hemisfer, hipotalamus ve amigdala önemlidir. Orbitofrontal korteks, (özellikle anterior singulat korteks), septal alan, nukleus accumbens, stria terminalisin bed nukleusu, hipotalamusun medial preoptik alanı ve mesensefalik bağlantılar bağlanmanın nörobiyolojisinde önemli role sahiptirler. (Schore 2003)
Hipotalamus ve amigdala bağlanmanın biyokimyasında da etkilidir. Dopamin, PRl, streoid hormonlar (östrojen, testosteron, progesteron) endojen opiatlar. Özellikle de oksitosin ve vazopressin bağlanmada son derece baskın işleve sahiptir. Oksitosin emzirme, bakım verme gibi etkileşmeler sırasında salınır ve bebeğin bağlanmasını ve annenin bakım vermesini sağlar. Oksitosin aynı zamanda cinsel birleşme sırasında da salgılanır. Cinsel ilişki sırasında oksitosin salınımının azalması, cinsel birleşmeyi aşksız, mekanik bir deneyim haline getirir. Vazopresin ise sosyal belleğin güçlenmesinde, eş seçiminde ve uzun süreli karı-koca ilişkisinde önemli bir role sahiptir (Winslow & Insel, 1993, Ferguson ve ark., 2000).
Östrojenler ve androjenler libido ile ilgilidir. Hipotalamustaki artmış serotonin aktivitesi cinsel davranışı baskılayabilir (Lorrain, Riolo, Matuszewich & Hull, 1999). Cinsel çekim sistemi dopamin, norepinefrin artışı ve santral serotonin azalması ile ilişkilidir. Kortikosteroidler, ebeveynlerin korkutucu ve kavgacı tutumlarıyla çocukları için stres kaynağı oluşturarak bağlanma sorunlarına yol açmalarında etkilidir.
Özetle bağlanmanın işlevinde duygu temsili, dikkat mekanizmaları, zihinsel kapasitesi birbirleri arasında etkileşim vardır bunların değişimlenmesi de anatomik değişiklikler (yeni sinapslar oluşumu),nörokimyasal değişimler (dopamin,serotonin,endorfin,östrojen üretimi) ve metabolik değişimler (glikoz tüketimi) etkilidir.
Klinik açıdan bağlanmaya bakılırsa Bowlby’in yabancı ortam deneyinin sonuçlarında da görüldüğü bağlanmanın temelleri doğumdan sonraki ilk yirmi dört ay için önemli olarak görülmektedir ve Harlow’un sahte anne deneyinde de yavruların bakımverenin sadece fiziksel ihtiyaç karşılamasına değil aynı zamanda sevgisine ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine de bakıldığında insanın temelinde yatan en önemli biyolojik dürtülerden biri de sevgidir.
Her ne kadar bağlanmanın temelinde nörolojik ve bilişsel birçok faktörün bulunduğu aşikar olsa da sevgi de bu kapsamda değerlendirilmesi gereken bir etkendir.Bağlanma olgusunu tamamen sevgiyle temellendiremeyiz ama yaşamımızın büyük bir kısmında etkisi göz ardı edilemeyecek kadar fazladır ve bu etkileşimin sonunda güvenli bağlanan birinin sosyal yaşam becerilerinde tatmin edici deneyimler de bulunması beklenir.
REFERANSLAR
1- Cozolino, L. (2014). İnsan ilişkilerinin Nörobilimi Bağlanma ve Sosyal Beynin Gelişimi. Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları: İstanbul.
2- Masterson, J. (2007). Bağlanma kuramı ve nörobilojik kendilik gelişimi açısından kişilik bozuklukları klinik bir bütünleştirme. Litera Yayıncılık: İstanbul
3- Schore, A. (2012). Gelişimsel Nörobiyoloji ve bağlanma kuramı, atölye çalışması metinleri, Psikoterapi Enstitüsü Eğitim Yayınları: İstanbul
4- Bowlby, J (2012). Bağlanma (Çev: Soylu, T.V.). Pinhan Yayıncılık: İstanbul
5- Landers, M. S., Sullivan, R. M. (2012). The development and neurobiolgy of infant attachment and fear Development Neuroscience, 34, pp:101-114